İzmir’e geldiğim yıl 1977 Aralık, otuzbeş yıl olmuş, ömrümün yarıdan fazlası İzmir’de geçmiş. İnsan ister istemez bir karşılaştırma yapıyor. İlk aklıma gelen o yıllardaki tenhalık, keyifli rahatlık ve bugünkü keşmekeş. Mühendisliğimden kaynaklanıyor herhalde, hemen rakamlarla oynamaya başlıyorum. 1970 yılında İzmir nüfusu şehir içinde 750.000, kırsalda 720.000, il toplamı 1.470.000. Bugün ise şehir içinde 3.200.000, kırsalda 750.000, il toplamında 3.950.000. İlginç değil mi? Kırk yılda kırsal nüfus neredeyse aynı kalmış, şehir merkezi ise dört kat artmış. Bu oranlar sadece İzmir’e özgü değil, kentlerimizin çok büyük çoğunluğunda böyle. Cumhuriyetimizin ilk sayımında İzmir nüfusunun 526.000 olduğu düşünülecek olursa ilk kırk yılda 900.000 artan nüfus ikinci kırk yılda 2.500.000 kişi artmış.
Niye bir anda sayılara boğulduk, bir yerlere gelmeye çalışacağım. Kontrol edilebilir, düzenli, bilinçli bir nüfus artışında taşlar yerinden çok oynamıyor. Eskiler hatırlayacaklardır, 1970’lerde İzmir, gecekondusu bugünkü kadar kenti sarmamış olan, seller, su baskınlarıyla henüz tanışmamış olan, yollarında rahat araç kullanılabilen, kolaylıkla park edilebilen keyifli bir kentti. Elbet bugün de kentimiz çok güzel ve her şeye rağmen keyifli ama kim özlemiyor ki eski günleri. Yanlış anlaşılmasın burada kastettiğim salt bir nostalji yani geçmişe özlem değil. Birçok şey kontrolümüzden çıktı, sadece izliyoruz, bazen şaşkınlıkla, bazen de dehşetle. Hatırlayınız 5 Kasım 1995 İzmir sel felaketini, 61 yurttaşımız yaşamını kaybetti. Çok yağış oldu dereler taştı dendi. Peki, o yıllara kadar hiç mi aşırı yağmur yağmazdı da İzmir ilk kez böyle bir felaketle karşılaşmıştı. Elbette yağışlar belli periyotlarla yinelenir, bu periyot 10 – 15 sene de olabiliri 50 sene de olabilir. Ama mutlaka olur. Eğer 1960 – 1980 arasında dere yataklarını bilinçsizce işgal etmeseydik, dere yataklarına yol yapmasaydık, bu denli büyük hasar ve kayıp olur muydu? Bu sel sonrası dere yatakları ıslah edildi, sel yollarının önü gerekli boyutlarında açıldı. Sonrasında birkaç sel olduysa da hasar giderek azaldı, insan kaybı da olmadı.
Başka bir konuya geçelim, gecekondu tabir ettiğimiz hazine arazisinde veya kendi arsasında imarsız, plansız, projesiz yapılan yapıların artışına ne demeli? Vatandaş bilinçsizliğine devletin oy, hemşericilik ve çeşitli kaygılarla vurdumduymazlığı eklenince ortaya bugünkü durum çıktı. 2003 ve 2005’te iki deprem yaşadık, aslında deprem literatürüne pek girmeyecek orta büyüklükte depremler olmasına rağmen insan kaybı vermedik sayılır ama binalarımızın bu sınavlardan çok kötü notlar aldığını inkâr edebilir miyiz? Sonra “Kentsel Dönüşüm” diye bir şey icat ettik, abartmıyorum, aklımızın sınırlarını zorlayan paralarla sadece son kırk yıldaki yanlışları tamir etmeye çalışıyoruz. Konu sadece para olsa neyse, bunun bir de sosyal ve toplumsal sonuçları olacak. Neden? Doğru dürüst kentleşmeyi beceremediğimizden.
1960 yılında cennet gibi bir denizimiz varken, o yılları yaşayanların anlattığına göre, Karşıyaka iskelesinden denize para atıp, dalarak çıkartılacak kadar berrakken, birçok sahilimizden denize girilirken 2000’li yıllara kadar İzmir’de belli bölgelerde kokudan burnumuzu tıkar hale geldik. İzmir’in adı kokan kente çıkmıştı. Tamam, bu günlerde temizlenme yolunda büyük adımlar atıldı. Umuyorum ki yakında o günleri yeniden yaşayacağız. Ama ne pahasına? Büyük kanal diye Türkiye’nin en büyük, en pahalı arıtma sistemlerinden birini yaptık, derelerin neredeyse tamamını elden geçirdik, deniz suyundaki atıkları ve çamuru temizleyecek gemiler kiraladık ya da yaptırdık. Harcanan paranın hesabını tutabilen var mı?
Elbette uygarlığın gerektirdiği ölçüde kentlerde nüfus artışı olacak, yeni yerleşimler açılacak, yeni yollar yapılacak. Araç sayısı artacak, yollar alt geçitler yapılacak, metro yaygınlaşacak. Ama bunlar daima kontrollü bir sistemle, imar planları ile yapılacak ve sonuçta kentte yaşamanın konforunu arttıracak. Bütün yapılanlar kenti yönetenler tarafından başka hiçbir kaygıya kapılmaksızın şehircilik kurallarından ödün vermeksizin yapılacak. Kentte yaşayan vatandaş ta bu kuralların dışına çıkmayı aklından dahi geçirmeyecek.
Biraz karamsar ve karışık bir yazı oldu ama bugün, gelecek yazılarımızın temelini attık. Yukarıda yazdığımız ve yazamadığımız bütün konuları “Kentli olmak” bilinci içinde paylaşmaya çalışacağız. Elbette istenirse daha da ayrıntılara girerek birlikte yapacağız.
Sevgiyle kalın, sağlıkla kalın.
M. Osman AKBAŞAK
03 Mart 2013